sinema port logo sinema port  logo

BİZİ TAKİP EDİN

Büyüteç 06 Ekim 2021

Mutlaka İzlemeniz Gereken Filmler!

CHİCAGO

Sinema tarihinde 2002 yılına gidiyoruz “Chicago” o zamanın en iyi film Oscar’ını ve o yıl en fazla adaylık almış film olarak literatürde kendisinden söz ettirdi. Chicago filmi diğer Oscar ödülü alan filmlere nazaran Oscar kazanmış müzikal tarzda bir filmdir. Böyle dedim diye aklınıza her dönüm noktasında ortaya çıkan hint dizilerinde olan müzikler ve danslar gelmesin. Hint filmlerinde dizilere göre daha iyi yapıyorlar bu işi ama ben açıkçası geçerek izliyorum dizi ya da film fark etmeden. Ancak bu tarzda dans ve müzik kısmını geçmeden izlediğim tek film Chicago filmi oldu.

Bulunduğu dönem için en iyi film ödülünü hak etmiş bir film, ben o dönem aday olan filmler arasında (Yüzüklerin Efendisi: İki Kule, Piyanist, Saatler, New York Çeteleri) “saatler” filmi dışında tüm filmleri izledim. Bana kalırsa bu film sonuna kadar ödülü hak etmiş. İlginç hikayesi ve her sahnenin bir sonraki sahnede ne olacak acaba diye izleyiciyi sürüklemesi, muhteşem oyunculukları, geçişler ve kamera hareketleri filmi izlerken öne çıkan unsurlar olarak fark ediliyor. Bu filmi izledikten sonra müzikal tarzda yapılan filmlere olan ilgimde arttı açıkçası. Bu filmler arasında kendimi geliştirmek için kendi içinde bir araştırma yapacağım eminim buna benzer belki de daha güzel filmler vardır.  Bu arada 1968 den buyana Oscar kazanan ilk müzikal filmmiş 1968 yılında müzikal film olarak Oliver Twistromanından uyarlanan bir film Oscar almış ona da bakacağım ilerleyen zamanlarda. 



Aranızda Chicago filmini izleyenler var mı bilmiyorum ama izlemeyen pişman olur günümüzden bir örnekle “Gone Girl” filmi ile ilişkilendirebiliriz bu filmi yapısı olarak çok farklı ama senaryosu biraz benziyor en azından ben izlerken bana öyle geldi. Filmin konusundan bahsedeyim biraz filmde 1920’lere Chicago’ya gidiyoruz. O dönemde kadınlar Amerikada yeni oy kullanmaya başlamış. Kadının toplum içinde ki yeri ve önemi yavaşça artmaya başlıyor. Bunula birlikte kadınlar için o dönemde bağımsız kadın tiplemesi diyebileceğimiz bir kadın tiplemesi hayali kuruluyor. Bunun yolu da o dönem için ünlü olmak ve maddi bağımsızlıktan geçiyor. Filmin başında gizemli şekilde görünen iki karakterimiz var bunlardan birisi Velmadiğeri Roxie. Karakterlerimizin hayatları bir noktada kesişiyor. Velma bunu hiç haberi olmadan kazandığı unvan ve kazançlar ile gazetelere çıkarak yapıyor bir tek Roxie’ye değil birçok kadına dokunuyor ve hitap ediyor ve zaten Velma, Roxie’nin hayallerini de süsleyen bir kişiliktir. Roxie karakterimiz ise evli ve kısaca ev hanımı diyebiliriz. Velma ise bir dansçıdır ikiz kardeşi ile her gün sahne almaktadır. Velma ve Roxie karakterlerini birbirine bağlayan şey filmde işlenmiş olan cinayetlerdir. 

Filmi izlerken koğuş dizisi vardı Türkiyede çekilmiş biraz o diziyle arasında benzerlik var. Filmi izlerken müzikal sahneler, kullanılan kamera hareketleri geçişler size izlerken gerçekten vay be dedirtecek şekilde tasarlanmış. Bu arada filmde en beğendiğim sahneler ve oyunculuk avukat’ın olduğu ve başlıca avukat rolünü oynayan abimiz ancak roxie’nin eşini oynayan adama üzülmedim de değil yani hatta acı çektim izlerken. Ayrıca onun sahnesinde olan müzikal ve kostümü de çok beğendim. Birde hapishanede ki tüm kadınların kendi hikayesini anlattığı sahne çok güzeldi yani ben çok beğendim sinematik unsurlar oyunculuklar şahane. Eğer bu filmi izlenmediyseniz aşağıda anlattığım diğer filmleri okumadan gerçekten direkt filmi açın izleyin sonra devam edersiniz.

MEMENTO

Sıradaki filmimiz Nolan’ın en iyi filmlerinden biz izlerken bize hafıza kaybı yaşatan, beynimizi yakan kesinlikle izlenmesi gereken bir film. İlerleyen yıllarda 2008 yılına geldiğimizde Aamir Khan tarafından buna benzer bir uyarlama çekildi Nolan’da bu filmin bizzat çekilmesinde katkıda bulundu. Aamir Khan’ın ‘’Ghajini’’ filmini izleyenleriniz vardır belki izlemeyenler varsa bu filme de bakabilirler. Memento ve Ghajini filmini kendi arasında şöyle ayırabilirim. Ghajini anlatının duygusal boyutunu çok iyi yaparak izleyiciye servis ediyor. Memento ise hem bu tekniğin ilk örneği olduğundan duygusallıktan ziyade izlerken sizi olayları çözdürmeye çalışan bir anlatı hakim. Bir taraf mantığa diğeri duygusallığa hakim. Memento filminde kullanılan Christopher Nolan ile ünlenmiş zihinlerimizi zorlayan teknikten kısaca konuyu anlattıktan sonra bahsedeceğim.

Latince “hatırla” anlamına gelen Memento Türkçeye “Akıl Defteri” olarak çevrilmiştir. Memento filminin konusu kısa süreli hafıza kaybı olan bir adamın karısını öldürenleri bulma çabasını anlatıyor. 9 M $ bütçe ile çekilen film 39.7  M$ dolar hasılat elde etmiş. 

Yönetmen Nolan Memento filminde kurgusal anlamda zaman kullanımı birbirine girmiş şekilde anlatılıyor ve çizgisel yani doğrusal bir anlatısı olmadan filmin hikâyesinde kurgusunu ilerletiyor. Bu izleyicinin anlatı üzerinde hakimiyet kuramamasına neden olsa da Nolan bu alanda ün etmiş ve zihinlerimizle oynayan bir yönetmen olmuştur. Filmde yapılan kurgu tekniği ve öykü devinimini iki şekilde açıklayacağım biri okuduğum kitaptan alıntı yaparak diğerini de Nolan’ın kendi ağzından olacak. 



John Truby “senaryo anatomisi” kitabında; öykünün canlığına değinerek bir öyküyü yazarken öykü anlatıcısı öyküde ki olayları birbirine bağlamak için beş farklı model kullanır. Benimde kendi öykülerimi yazarken dikkat etmeye çalıştığım ve her geçen gün daha iyi yapmaya başladığım bir konudur bu. Bu beş model doğrusal öykü, devinimli öykü, sarmal, bölümlerine ayırma ve patlama olarak ayrılmış. 

Memento filminde ki işte bizim zihnimizi alt üst eden teknik ise ‘’Sarmal’’ olarak biliniyor. Kitapta bunu şu şekilde açıklıyor; karakter tek bir olaya veya anıya dönüp durur ve durumu daha derin seviyelerde derece derece keşfeder. Filmi izleyenler sadece söylediğim bu kısa cümle ile öykünün ve karakterin kendisini nasıl gerçekleştirdiği ve bize anlattığını şimdiden anımsamıştır. 

Gelelim Nolan’ın açıklamasına; Nolan böyle bir film yapmasını “pizza siparişi teorisi”nden kaynaklı olduğunu dile getiriyor. Evde televizyonda bir film izlerken izleyici bir pizza sipariş eder ve film henüz bitmemişken bu pizza gelir. Kapıya gidiş, alışverişin yapılması ve televizyon karşısına geri dönüş üç-dört dakikayı alır. Doğrusal öykülü filmlerde filmin kaçırılan bu dakikaları izleyici zihninde telafi edilir ve film gözünün önünde devam eder. Ancak Sarmal Öyküde işte Nolan tam da bu noktada Memento’nun kendisi için önemini dile getiriyor: “Eğer Memento’nun üç dakikasını kaçırırsanız bütün filmi kaçırmış olursunuz!” diyerek bundan bahsediyor. Filmin bu atmosferinde toplamda 113 kere zaman atlaması yaşanıyor. Şimdi bir spoiler vereceğim izlemeyenler burayı atlasın….. Filmin başı ile sonu aslında bir bütünlük hâlinde ve aslında hikâyenin başlangıcı tam da Leonard’ın Sammy ile tanıştığı andır ve bu an filmde bize ufak detaylarla serpiştilmiş zaman atlamaları ile bizim olayı kavramamızı zorlaştırmıştır. Yani filmin başını izleyip eve pizza siparişi vermek yerine bir pizza dükkanına pizza almaya gider ve filmin sonuna yetişirseniz o zaman bir şey kaçırmazsınız :)) Nolan’ın ustalık eseri bu muazzam filmi eğer izlemediyseniz kesinlikle izleyin.

AMERİCAN BEAUTY

Ünlü yönetmen Sam Mendes’in çektiği 1999 yapımlı 5 oscar ödülü bulunan film o dönem fightclub kadar ses getirmemesine rağmen özgün senaryosu, kullanılan metafor ve sinematografik anlamları ile yine mutlaka izlemeniz gereken bir film.
 
Çekildiği dönem için izleyicileri ikiye bölen ve aldığı ödülü tartışılmış bir film Amerikan Güzeli. Bu filmin tartışılmasındaki sebep ise Fight Club filmi ile izleyicileri ikiye bölmesinden kaynaklanıyor. Filmin konusuna gelelim filmde yine dövüş kulübünde olduğu gibi Amerikan insanının aile yapısı, metalaşma, yabancılaşma, tüketim toplumu, toplumsal değerler gibi kavramlar ön plana çıkartılıp bunların sonuçlarını birey üzerinde çıkarım yaparak gösteriliyor.

Filmde ki ana karakterimiz Lester bir magazin dergisinde çalışıyor ve kentin lüks şehirlerinin birinde ailesi ile yaşıyor. Bu aile bir kopuşun eşiğinde ve bu aile üzerinden Amerikan aile yapısı sorgulanıyor. Yine insan üzerinden aile içinde ki ve insanın kendisi ile olan iletişimsizliği dönemin toplumsal kimliği ile Ana karakterimiz Lester bir çöküşün içinde ve yenilenmeye çalışıyor. Bunu da kendini yeniden genç hissetmeye çalışarak yapıyor. Filmde zaten bu yabancılaşmanın yine fightclub filminde olduğu gibi 4 türünü de görüyoruz. 



Bu yabancılaşmanın 4 türü ne diye sorarsanız; 
İnsanın doğadan, kendisinden, türsel varlığından ve diğer insanlardan yabancılaşması uzaklaşması.  

Baba ile anne arasında zaten bir soğukluk ve iletişimsizlik var bu sorun Lester’ın kızının arkadaşı ile cinsel bir birliktelik yaşaması ile daha da parçalanıyor aile tamamen dağılıyor. Aile kavramı yok olmuş ailede ki her ferd kendi dünyasında bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk filmde ünlü poşet sahnesi ile bizlere harika şekilde betimlenmiştir. Poşetin rüzgarda savrulması ailenin dağılmasında bir metafor olarak kullanılmıştır. Ben özellikle filmde görsel anlatı unsurlarını ve onun altında yatan anlamları çok beğendim. Gerçekten izlenmesi gereken bir film izlemediyseniz öneriyorum.

Mehmet Ali KICIM