sinema port logo sinema port  logo

BİZİ TAKİP EDİN

Röportaj 29 Temmuz 2020

Savaş Karakaş : ''Bir belgeselci her zaman gerçeğin peşinden gider''

Dünya Sualtı Sporları Federasyonu  dalış eğitmeni olan Savaş Karakaş, Çanakkale Savaşının ilk ve en kapsamlı sualtı belgeseli Derinlerdeki Tarihe imza attı ve Derinlerdeki Kahraman: Mustafa Ertuğrul, Savaşta ve Barışta daha bir çok belgesele imza atmış olan ünlü belgeselci Savaş Karakaş, SinemaPort ekibinden Alper Ergez'e konuştu.


Merhaba Savaş Bey  hoş geldiniz nasılsınız neler yapaıyorsunuz biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Teşekkür ederim. 10.12.1968 tarihinde Ankara’da doğdum. 1986 yılında Kadıköy Anadolu Lisesi, 1991 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat fakültesinden mezun oldum. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı gazisi dedemin günlüğünü okuduğundan beri kendimi Çanakkaleli sayıyorum. ‘Sudaki İzler’ kuşağı kapsamında beIN İZ HD kanalında devam ediyorum. Ege’nin derinliklerinde antik çağlarda batmış bir teknenin yükü olan amforaları incelerken, kimi zaman Çanakkale Boğazı’nın akıntılı sularında dünya savaşlarından kalan gemi ve denizaltı enkazlarını keşfediyor, kimi zaman da uzak denizlerde yunusların, köpekbalıklarının ve mantaların izlerini sürmeye devam ediyorum. yaklaşık 20 yıldır yaptığım araştırma ve belgesellerimle denizlerimizin altında bir asırdır yatan bilinmeyen tarihe ışık tutmaya devam ediyorum.
Belgeseller çekmeye nasıl başladınız. Sizi bu tutkuya yönelten şey neydi? Her belgeselcinin bir derdi vardır; anlatmak, dünyayla paylaşmak istediği. Belgesel hem farklı bir kişi, olay ya da gerçekliğe ışık tutarken, belgeselcinin iç dünyasına da ayna olur. Çocukluk anılarımda yer etmiş olan dedem Hafız Hilmi Coşkun, Çanakkale Savaşları sırasında patlayan bir top mermisiyle kolundan, bacağından yaralanmış, elinden sakat kalmıştı. Bu savaş gazisinin yanmış eli küçük torunu için o zamanlar korkutucuydu. Fakat yıllar geçip özellikle dedemin hatıratını okuyup anlayacak yaşa geldiğimde, keşke o elden korkmak yerine kucağında daha çok oturup elini daha sıkı tutsaymışım dedim. Maalesef artık dedem yoktu ve benim de onun ardından yapabileceğim tek şey onun elini sakat bırakan İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin mezarlığına dalarak Çanakkale’nin derinliklerindeki savaş makinalarını ve top mermilerini filme almak oldu. Çanakkale Savaşı batıkları üzerine belgeseller çekmeye 1997 yılında işte böyle başladım. Tüm bu batıkları derinlerde ziyaret edebilmek ve onların sırlarına ortak olmak, çocukluğumdan beri içimde yaşattığım bir idealdi. Bana “Savaş” adını koyan Çanakkale Gazisi dedem Hafız Hilmi Coşkun’a karşı bir vefa borcuydu bu.
Ülkemizde bugüne kadar hangi bölgelerde araştırmalarda bulundunuz.Biraz bahsedebilir misiniz? Bugüne kadar Çanakkale Boğazı, Ege ve Marmara Denizi’nde 33 batık üzerinde geniş kapsamlı araştırmalar yaptık. Bu gemilerin arşiv araştırmaları için İngiltere, Fransa ve Avustralya kayıtları incelendi. Çanakkale Boğaz’ı ve çevresinde bugüne kadar çeşitli nedenlerden batan ve yerleri tespit edilemeyen Çanakkale Savaşı batıkları, Vehbi Koç Vakfı ve Ayhan Şahenk Vakfı 'nın işbirliğiyle bilimsel olarak belgelendi. İncelenen 33 batık arasında, Fransız yolcu gemisi Carthage, İngiliz denizaltısı E14 ve İngiliz mayın tarama gemisi Renarro da ilk defa bulunup görüntülendi.
Peki sizce Türkiye’de belgeselcilik nasıl gidiyor,ne durumda biraz bahsedebilir misiniz? Çanakkale Savaşı batıkları üzerine yaptığımız araştırmaların yurtdışı yankıları inanılmaz oldu. Özellikle savaşa katılan Avustralyalı, İngiliz ve Fransız araştırmacıların, tarihçilerin ilgi ve işbirliği teklifleri bizim de konuya daha bilimsel ve evrensel kurallar çerçevesinde yaklaşmamıza sebep oldu. Anafartalar Koyu’nda 14 metre derinlikte yatmakta olan ve deniz suyundan tatlı su üretmek için kullanıldığını düşündüğümüz kazanlarından dolayı bugüne kadar hep ‘Su Gemisi’ olarak nitelendirdiğimiz bir batığın, aslında HMS Louis destroyeri olduğu, önemli ölçüm ve arşiv araştırmalarıyla kesinleştirildi. Böylece yıllar sonra biz de bu hatamızı düzeltmiş olduk. Diğer taraftan, Fransız savaş gemisi Bouvet’in neden battığı sorusuna da, sualtı sonar imajlarımızdan yola çıkılarak yapılan modellemelerle yanıt arandı. Ve görüldü ki, Bouvet’in bu kadar hızlı ve can kaybıyla sulara gömülmesinin asıl sebebi geminin yapımından kaynaklanan denge sorunuymuş. Aynı anda patlayan bir top mermisiyle, mayın infilakı zaten denge sorunu olan geminin trajik sonunu tetiklemiş görünüyor. Bunun gibi ortak akıl ve bilimsel işbirlikleriyle varılan sonuçları daha çoğaltabiliriz. Burada önemli olan Bouvet’i batıranlara da, Bouvet ile sulara gömülen 639 denizciye de aynı gözle bakabilmek ve her iki tarafın da kayıplarına saygı gösterebilmektir.
Size göre belgesel nedir ve bir belgeselci nasıl olmalıdır? Belgeselci; gerçeğin peşinden gider ve yaratıcı bir şekilde yorumlar. Belgesel, belli konular üzerinde yapılan araştırmaların sonuçlarının estetik kaygılarla seyirciye yansıtılmasına dayanan sinema yöntemidir. Tarihi olayların ve tartışmaların tarafı olmak bir belgeselcinin yayıncılık misyonunda yer almamaktadır. Diğer taraftan, tarihi olayların taraflarının fikirlerine açık olmak ve bunları yayınlamak başka bir deyişle çok sesliliği sağlamak belgeselcinin misyonudur.
Bugüne kadar yaptığınız belgeselleriniz size hangi ödülleri kazandırdı? Her belgeselimi çocuğum gibi severim. Nasıl bir baba çocukları arasında ayrım yapamazsa, ben de inanın belgesellerim arasında ayrım yapamam. Ama merhum dedemin hatırasına ithaf ederek çektiğim Çanakkale belgesellerimin benim için ayrı bir yeri vardır. Bir de tabi ki riskli, uzun ve derin dalışlarımız sırasında yaşadığımız ve maalesef benim de başıma gelen havasız kalma olayının tarihteki en korkunç yansımalarından biri olan Dumlupınar faciası üzerine hazırladığım ve bana “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Övgü Ödülü” kazandıran ‘Dumlupınar’ belgeselim benim için çok özeldir. Diğer taraftan “Hitler’in Kayıp Denizaltısı: U-20” belgeselimiz, 37. Uluslararası Marsilya Sualtı Görüntüleme Festivali’nde “En İyi Tarihi Belgeseli” ödülünü aldı.
İZ TV’de yayımlanan ‘Sudaki İzler’ kuşağı kapsamında, oldukça riskli,tehlikeli bölgelerde de dalışlar yaptınız. O anları biraz anlatabilir misiniz. Çekimler esnasında yaşadığınız zor durumlar oldu mu? Ülkemizde sportif dalış limiti 30 metredir. Özel kurs alınarak yapılan derin dalışlar için limitse 40. Sudaki İzler’deyse çok daha derindeki batıklara dalışlar yaptık. Örneğin Çanakkale’de daldığımız Fransız nakliye gemisi Carthage 85 metre derinlikte yatıyordu. Bu derinliğe yapılan dalışın getirdiği derinlik sarhoşluğu, oksijen zehirlenmesi ve vurgun gibi risklerden korunmak için dalış ekibimiz helyum, nitrojen ve oksijenden oluşan Trimix adlı özel bir karışımı soludu. Dalışlar süresince oluşabilecek acil durumlar için Sahil Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi içerisindeki basınç odasıyla sürekli temasta kalındı. Göze alınan tüm risklere ve yapılan planlamalara rağmen dalış bilgisayarımda bir problem yaşadım. Neyse ki teknik dalış süpervizörüm Erol Öztunalı, sualtı fotoğrafçımız Adnan Büyük ve sualtı kameramanımız Engin Aygün’den oluşan ekiple bu dalışı başarıyla tamamladık ve Çanakkale Savaşlarının 100. yılına damgasını vuracak büyük bir keşif gerçekleştirdik. Babakale’de, 54 metre derinlikteki Melpomeni batığında yaşanmış dalış kazalarının anatomilerini incelediğimiz belgeselde, neredeyse 3 saat sualtında kalmam ve hayatımın bir balıkçının bağladığı ipe bağlı olması benim için çok önemli bir dersti. Deko beklemelerim için yüzeyden sallandırılan tüp, çözülmüş ve dibe düşmüştü. Dalış kazalarının en ciddilerinden birisinin araştırmacısı değil, neredeyse kurbanı oluyordum. Neyse ki Engin Aygün kıyıya dönüp bana tüp getirerek, hayatımı kurtardı.
Bir de hayvanlarla ilgili belgeselleriniz var. Sualtı belgesellerinizden sonra hayvanlar alemi üzerine de belgeseller yapmaya nasıl karar verdiniz?  2007 yılında yeni bir sualtı belgeseli çekmek için Kaş’taydık. Televizyonda hava durumunu takip etmek isterken, hayatımın en zalimce işlenen cinayetine tanık oldum. Bingöl’de su içmek isterken öldürülen bir ayı yavrusunun haber görüntülerine denk geldim. Ayının acısını içimde, çok derinlerde hissettim ve bu çalışmayı yapmaya karar verdim. Sırf ayı yavrusunun çığlığını duyurmak için. Ülkemizde ayı oynatıcılığı adı altında yapılan işkence Batılı turistlerin şikâyetleri üzerine sona erdirilmiş. Bunu başaran Dünya Hayvan Hakları Vakfı’nın dünya çapındaki ayılara özgürlük kampanyası benzer durumların yaşandığı Hindistan, Pakistan ve Çin gibi ülkelerde devam ediyor. Hindistan’da ayılar sokaklarda oynatılmaya, Pakistan’da vahşi pitbull köpekleriyle dövüştürülmeye ve Çin’de geleneksel Çin tıbbı için daracık kafeslerde hapsedilerek safraları sağılmaya devam ediyor. Ülkemizde ayılar artık koruma altında ama dansçı ayıların eğitim dönemlerinde maruz kaldıkları fiziki ve ruhsal işkencelerin izleri duruyor. Karadeniz’de ise insanlar hiçbir önlem almadan boz ayıların yaşam alanlarına ev yapmaya, ormanlara bal kovanları koymaya devam ediyor. Sonra ayılar bunlara zarar verince de izin çıkıyor, ayılar öldürülüyor. Ayıların yaşam alanlarını parselledik, ormanlarını yok ettik, beslendikleri yabani meyve ağaçlarını kestik. Sonra da ayıları suçlu ilan edip, haklarında ölüm fermanı çıkarttık. Ayıların çığlığı bize insanlığı öğretecek, ya da insanlığımızdan utandıracak…
Yeni projeniz olan Midilli belgeseli hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girme nedenlerinden Midilli kruvazörünü, Ege Denizi’nde 73 metre derinlikte incelendik. Midilli’nin sırlarını çözmek için çalışan ekipte, 100 yıl önce birlikte savaşan Türk ve Alman sualtı araştırmacıları vardı, ben de bu anlamlı çalışmayı belgesele dönüştürdüm. Osmanlı’yı I. Dünya Savaşı’na sokan Midilli’yi ilk bulan 1993 yılında sualtı araştırmacısı Selçuk Kolay olmuştu. Ege Denizi’nin 65-73 metre derinliğinde dalışa yasak bölgede 100 yıldır bekleyen gemiye, Türk ve Alman derin su dalgıçları ile dalış yaptık. Batışından ve 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden tam 100 yıl sonra bu önemli projeyi gerçekleştirerek Midilli’nin yalnızlığına son verdik. Belgeselde 1. Dünya Savaşı’na neden girdiğimizin yanıtlarını da aradık. Midilli büyük ölümlere neden olan savaşın iki kara kutusundan biriydi. Yavuz’un yok edilmesiyle Midilli’nin önemi artmıştı. Savaşa girerken nelerin peşine takıldığımızı, hangi uyarıların kulak arkası edildiğini öğrendik. Sualtında bekleyen yakın tarihimizin tanığına ulaşarak dünya savaşının izlerini merak eden, tarihi sorgulamaktan korkmayan bir belgesele imza attık. Diğer taraftan Midilli’nin sadece bir gemi enkazı olmadığını, ülkelerin kaderini ve geleceğini etkileyen bir tarihin derinlerdeki bekçisi olduğunu izleme fırsatımız oldu.  T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteklediği “Midilli” belgesel film projesinin çekimlerini Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ile Çanakkale Valiliği ve Çanakkale Tarihi Alan Başkanlığı’ndan alınan özel izinlerle gerçekleştirdik.
Son olarak neler söylemek istersiniz.Özellikle vurgulamak istediğiniz bir şey var mı? Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede maalesef sırtımız denize dönük yaşıyoruz. Keşke yüzümüzü denize çevirebilsek ve denizleri sadece bir foseptik çukuru olarak görmesek. Deniz bizim için yoldur, yepyeni ufuklardır. Atatürk’ün hedef olarak koyduğu muassır medeniyet seviyesine giden yol, denizlerimizden geçen işte bu mavi yoldur. Denizlerimiz müthiş bir tarihi hazineyi bağrında saklayan, ülkemiz için çok önemli ekonomik kaynaklar barındıran, vazgeçilmez bir besin ve iş kaynağıdır aynı zamanda. Vatan toprağının gemilerin dümen sularında düşmandan temizlendiğini, Cumhuriyet’in gemilerin güvertesinde kurulup yükseldiğini asla unutmamalıyız.
Röportaj : Alper Ergez - Sinemaport