sinema port logo sinema port  logo

BİZİ TAKİP EDİN

Röportaj 17 Mayıs 2021

Başarılı Tiyatro Sanatçısı ve Oyuncu Buket Dereoğlu, Sinemaport'un Konuğu Oldu!

Bir döneme damgasını vuran Bizimkiler dizisinde sekreter Demet, Tatlı Kaçıklar’da Aysu ve eğlence programı Bir Başka Gece de Gülelim Eğlenelim bölümündeki skeçlerden tanıdığımız, güler yüzlü, sapsarı saçları, mavi gözleri ve güzel enerjisi ile yıllardır severek izlediğimiz değerli sanatçı Buket Dereoğlu Sinemaport’a hoş geldiniz. Öncelikle oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz? Ne zamandır bu sektöre ilginiz vardı ve hangi eğitimleri aldınız? Biraz bahsedebilir misiniz? Ben oyuncu bir aileden geliyorum. Zaten doğduğumda bu işin içindeydim. Annemin ve babamın evde olmaması, sürekli turnelere gitmeleri beni çok üzerdi. Hatta onlar sürekli turneye gittiği için ben ilkokuldan sonra yatılı okula verildim. O yüzden bu işi hiç yapmak istemezdim. Nefret ederdim. O zamanlar hostes olma hayalim vardı. “Madem yalnız olacağım o zaman ben uçayım, değişik yerleri göreyim” derdim. Annemin bir çocuk tiyatrosu vardı. İdil Abla Çocuk tiyatrosu hala vardır. Ben 13 yaşındayken “Sinderella yok. Bugün sahneye sen çık” deyip, beni apar topar sahneye attılar. Sahne tozunu yutunca ben çok keyif aldım. Ben bu işi yapabilirim dedim. Annemle babamla haftasonları tiyatroya gittiğim için çoğu oyunu ezbere öğrenmiştim. O zamanlar matine suare oynanırdı. Kulislerde herkesin taklidini yapardım. Babam bir gün dedi ki “Eğer bu işi yapacaksan önce okulunu okuyacaksın”. Tiyatronun okulu olduğunu o gün öğrendim. 13 yaşından sonra benim ilgim bu alanda yöneldi. Ailemin arkadaşlarıyla da bir araya geldikçe benim bu işe ilgim biraz daha arttı. Bence olması gerektiği yere çıktı. Ben Lise’deyken annem “Uğurlu Evler” dizisinde yardımcı yönetmenlik yapıyordu. Çekimi bizim okulda yapacaklardı. Ben öğrenciler içinde sözü bile olmayan küçük bir rol oynayacaktım. İlk defa orada Yıldız Kenter’le tanıştım. Onunla karşılaştığım an inanılmaz bir andı. Onun duruşu, ses tonu, hitabı, ekibine karşı mükemmeldi. O mükemmelliği hayatımın mottosu yaptım. O benim idolüm oldu. O zamanki aklımla çok büyük hayaller kurdum. Bana tiyatroyu sunuşunu, oyunculuğun sabırla yapılması gerektiğini, eğitimin ne kadar önemli olduğunu ilk defa ondan öğrendim. Hemen konservatuara hazırlanmaya başladım. Eğitimler aldım, parçalar çalıştım, şiirler ezberledim. İlk önce Mimar Sinan Üniversitesi’ne, Müşfik Kenter’in öğretim üyesi ve Zeliha Berksoy’un da bölüm başkanı olduğu sınavına girdim. Çünkü kendimi sınamak istiyordum. diğer tarafta Yıldız Hoca beni gördü, biliyor. Ben kendimi denemek istedim. Mimar Sinan Üniversitesi’nin sınavını kazandım. Yıldız Hoca’ya “Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdim. Burada bir başkasının hakkını almak istemem. Müsaadenizle ben oraya başlamak istiyorum” dedim. O da çok sevindi. Zaten o bir tiyatro insanı, tiyatroya gönlüyle, bedeniyle bağlı bir insan. Ben böylece konservatuara başlamış oldum. Son dönemde pandemiden dolayı hayatında ne gibi değişiklikler oldu acaba? Pandemi süreci tüm insanlığa büyük bir darbe vurdu. Sadece mantelite olarak değil, iş ve sosyal anlamda da birçok şey kaybettik. Ben her kötü şeyin içinde elle tutulur bir şey bulmaya çalışıyorum. Başka türlü yaşayamam. Kendi yapım böyledir. Eğlence sektörü için, tüketici için, eğitim için, iş hayatı için, sistem içinde bir kaybetme korkusu başladı. Bizim pandemiyle birlikte öğrendiğimiz en öncelikli şey başta hayatımız, sonrasında elimizdekileri kaybetme korkusu oldu. bundan önce insanlar sürekli tüketmeye alışmış, arkadaşlık ve aile mefhumundan uzak, herkesin elinde bir cep telefonu, birbiriyle konuşmaktan aciz bir dünyanın içerisindeydik. Artık birbirimizi özlemeye başladık, her gün birbirini gören insanlar artık birbirini göremiyorlar. Birbiriyle konuşmaktan acil bütün bunlarla birlikte at sebebim de özlemeye başladık her gün birbirini gören insanlar Birbirlerini göremiyorlar, çünkü evlerimizdeyiz, kısıtlama içerisindeyiz. Evinde ailesiyle oturmayı istemeyen, sürekli dışarıda yaşamayı alışkanlık haline getirmiş insanlar evlerine dönmek durumunda kaldılar. Bu iyidir kötüdür bilemem. Ben aileye çok önem veririm, ailenin gerçekten değer verilmesi gereken öncelik olduğunu düşünüyorum. Çünkü Bizi yaratan bizi oluşturan şeyler -karakterimizi anlamında söylüyorum- öncelikle ailemizden geçiyor. Biz onlardan aldığımız o ilk eğitimle var oluyoruz, kendimizi oluşturuyoruz. Ailenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Anne baba veya herhangi biri ya da yakın akraba çevresi, kardeşlerimiz, ailedeki diğer büyükler bunların gerçekten birbirine olan bağının çok önemli olduğunu düşünüyorum Dolayısıyla aile içinde var olmak güzel bir şey. O yüzden pandemi bizim dışarıya karşı koruma almamıza sebep oldu ve dolayısıyla evlerimizde yaşamaya alışmaya başladık. Bu yönden iyi olduğunu düşünüyorum. Tabii ki yalnız yaşayanlar var, tabii ki ailesi olmayanlar var. Benim de bir tane annem, bir tane oğlum var. Onlarla daha çok vakit geçirmek onlarla olmak çok güzel… İlk başta nasıl yapacağız ne olacağız dedik, ama bir buçuk sene geçti. Her şey oluyor demek ki, her şeye alışılıyor. Yeter ki bir ortak nokta bulabilelim. Evet anlaşmasının güç olduğunu biliyorum. Hangimiz birbirimize tartışmıyor hangimiz alışkanlıklarından vazgeçmek istiyor ki, ama birlikte olmanın da başka bir tadı var. Zaten insanoğlu yalnız yaratılmış yalnız başına yaşaması gereken bir varlık ama sosyal olarak yalnız olmamalı diye düşünüyorum Aslında hiç kimse yalnız kalamıyor, teoride kalıyoruz belki ama kitap okumadan, müzik dinlemeden duramıyoruz. İllaki hayatımızda bizimle birlikte olan bir şeyler var. Dolayısıyla bu pandemi döneminde daha çok düşündüm birçok şeyi de az çok düşündüm. Birçok insanın da birçok şeyi çok fazla düşündüğünü gördüm. Bu dönem birçok kayıplarımız oldu. Tabiî ki çok üzücü, ama bunun içinde bile hayatımızın zor geçen yıllarını ve gerçekten düşünmeden, toylukla geçirdiğimiz zamanlarımızın ne kadar değerli olduğunu gösterdi. Bir değerlendirme yapmanızı istesek günümüzde yayınlanan dizileri ve yeni dönem oyuncularını nasıl değerlendiriyorsunuz? Takip ettiğiniz diziler var mı? Takip etmeye çalışıyorum, ama düzenli bir takipçi değilim, çünkü erken yatıp erken kalkıyorum. Benim kalkmam 6 ve 7 gibi oluyor. Bizim bir köpeğimiz var onunla ilgilenmek ve sabah gezmesini yaptırmak için erken kalkıyorum. Ondan sonra da zaten işe gidiyorum. Çünkü günlük bir program yaptığım her gün çalışıyorum akşam da geldiğim zaman oğlum, yemek, köpeğimiz falan derken gerçekten gün bitiyor. Ben de bitmiş oluyorum. Yine ara ara en çok izlenen, yeni başlayan dizilere bakıyorum. Bana gerçekten çok ilham veriyor, çok keyif veriyor. Bence çok güzel işler yapılıyor. Farklı oyunculuklar farklı oyuncular, güzel insanların ifadesi, bir sürü yeni isimler var. Benim çok hoşuma gidiyor onları görmek, onları izlemek. Makyajlarına, ses tonlarına, ifadelerine bunların hepsine dikkat etmeye çalışıyorum. Bu sayede yeni oyuncular tanımaya başladım. Bir karaktere can verdiğinizde, zamanla karakterin kişiliği ile sizin kişiliğinizin benzemesi söz konusu oluyor mu? Hayır, öyle bir şey olmuyor, hatta “gibi yapmak” durumundayız. Her karakteri oynadım her karakterin ucuz ve başta gibi yapmak durumundayız her oynadığımız karakterin içine girip onun gibi davranacak olsak gerçekten şizofrenik bir durum çıkardı ortaya. Mümkün olduğunca işi işte bırakmayı evi de evde bırakmayı tercih edenlerdenim. Karakteri buluşturup, karakteri kurup, provasını yapıp, sahneye girdiğim zaman onu gerektiği şekilde yansıtmaya çalışıyorum. Önce kameraya, hocama ardından da kendime dönüş sağlıyorum. Bunun başka türlüsünü bilmiyorum. Yani karakterin aynısını, insanın kendi kişiliğine oturtması ve o gibi davranması bana böyle acayip bir şey gibi geliyor. Sadece yaptığımız iş çok çok zor bir iş, çünkü zamanı yok, gecesi yok gündüzü yok, sıcağı yazı kışı karı yağmuru yok, ölümü üzüntüsü sevinci yok, doğum günü, yılbaşı, bayramı yok... Bizler Salt kişiliklerimizle kulise giriyoruz ya da sete giriyoruz. Orada saç makyaj kostüm hazırlıklarına giriyoruz. Ondan sonra işimizi yapıyoruz. Bir şeylerin hazırlığı gerçekten izlenmesinden çok daha zor oluyor. Yani ekranda izlediğimiz bir buçuk dakikalık bir sahneyi bütün bir gün çekebiliyoruz. Bir de o karakteri her gittiğin yere götürürsen çok mutsuz olursun. O yüzden onun içine girmeyip, kendini kaybetmeden oynadığın karakterin içine girip de çıkmak bence çok daha doğru olanı. Bizimkiler 13 yıl boyunca televizyon tarihinin en önemli yapımlarından biri oldu. Bizimkiler'in bu kadar çok sevilmesini neye bağlıyorsunuz? Sizin için ne ifade ediyor? Ben, “Bizimkiler” dizisi sayesinde çok tanıdım. Aynı yıllar Türker İnanoğlu’yla da çalışıyordum. Babamın Ercan Yazgan’ın tiyatrosunda da oynuyordum. Yani 17-18 yaşlarında hem ekrandan tanınıyordum hem Türkiye'nin her yerine gidip seyirciyle buluşuyordum. Muhteşem bir duyguydu. Temel de bir ekrandaki işi olarak bütün bunları yaşamama neden olan, tanınırlığımı sağlayan, sektöre de ilk attığım adım olarak “Bizimkiler” dizisi benim için çok önemli bir yerdedir. Şu sıralarda TRT1 ekranlarında hafta içi her gün yayınlanan hem bir dizi hem de bir program tadında olan ‘’Türkan Hanımın Konağı’’ projesinde sizi izlemekteyiz. Tv'de yayınlanan diğer yapımlardan çok daha farklı bir içeriğe sahip olan bu projeye katılmaya nasıl karar verdiniz. Biraz bahsedebilir misiniz? Böyle bir projenin içinde bulunmak benim için de çok keyifli. Senaryo geldiğinde çok heyecanlandım. Projenin içinde yer almak için sabırsızlandım. Şu ana kadar Türkiye’de yapılmayan bir iş. Hem dizi hem de dizinin içinde bir program mevcut. Hem oyuncu olarak bana hem de televizyona bir yenilik kattı. Bir dönem çeşitli müzik programlarında sunuculukta yaptığınızı biliyoruz. Tekrar böyle bir düşünceniz var mı? Neler söylemek istersiniz? Evet, bir dönem müzik programı sundum, diğer içinde bulunduğum projelerimin yanı sıra her hafta bir konuğum olurdu. 3 yıl devam etti, ama şuan yapılmıyor. Olsa yine çok isterdim. Şimdi baktığımda yarışmalar var, üç saati bulan diziler var. Artık eski zamanlardaki o müzik programı yapmıyorlar. Yoksa ben o programı yaptığım zamanlar insanlar ailecek oturup, o müzik programını izlerlerdi. Konservatuar eğitimi aldınız, bugüne kadar pek çok tiyatro oyunu, dizi ve sinema filminde rol aldınız. Peki kariyerinizde kendinize belirlediğiniz bir hedefiniz, hayaliniz var mı? Bir oyuncu olarak çok küçük yaşlardan itibaren başlayıp, dizi, film, sunuculuk, sektörle alakalı birçok projede yer aldım. Ben bir özgeçmiş hazırladığımda gerçekten ne kadar çok şey yaptığımı anlıyorum. Ne mutlu bana. Bir hedef belirlemiyorum. Bu benim işim. Ben de bana her gelen projede hazırlık yapıyorum ve onu oyunlayarak sunuyorum. Uzun set çalışmalarından sonra belki işin yapım kısmına geçmeyi, daha sistemli bir şeyin başında olmayı isterim. Şu aralar böyle düşünmeye başladım. Son olarak Sinemaport okuyucularına ve sizi sevenlere neler söylemek istersiniz? Öncelikle bu güzel sohbet için teşekkür ederim. Oyunculuk tam bir gül bahçesi içinde yürümek gibidir; güzellikleri, rengarenk çiçekleri olduğu kadar dikenli yolları da mevcut. Önemli olan her ne olursa olsun bu yolculuktan vazgeçmemek.