sinema port logo sinema port  logo

BİZİ TAKİP EDİN

Röportaj 22 Aralık 2020

Ödüllü Oyuncu Gizem Erman Soysaldı Sinemaport'a Konuştu!

Merhaba Gizem hanım, Sinemaport'a hoş geldiniz. İçinde bulunduğumuz Covid-19 süreci işinizi ve kişisel yaşamınızı nasıl etkiledi? Herkese olduğu gibi benim de yaşamımda birçok şey değişti ve dönüştü. Önceliklerim değişti, yavaşladım. Hep acele ile ordan oraya koşturan ve işleri yetiştiremeyen bir halim vardı, o halim kalmadı diyebilirim. Mart'ta karantina başladığından birkaç ay sonra ev değiştireceğimiz belliydi. Ben de ev eşyalarını ayıklamaya ve sadeleşmeye başladım. Kıyafetler, ayakkabılar, kitaplar, dergiler, ıvır zıvır o kadar çok eşya ayıkladım, attım, sattım, paylaştım. Adeta yenilendim. Bu arada ‘Asi Film Atölye'de’ yaptığımız atölyeleri hemen online'a çevirdik. Mart'tan beri ‘Film Okuma ve Senaryo Atölyeleri’ online olarak devam ediyor. Nasıl olacak diye düşünürken aslında bambaşka bir kapı açıldı, sadece ülkenin başka şehirlerinden değil, Kanada'dan, İngiltere'den öğrenciler katılıyor artık atölyeye. Çok da keyifli geçiyor. Oyunculuk ile tanışmanız nasıl başladı. Bize biraz geçmişten günümüze oyunculuk hikâyenizden bahsedebilir misiniz? 13 yaşımda, gazetede annem için kısa film atölyesi ilanı görüp aramış ve bilgi almıştım. Aslında maceram tam telefonu kapatırken 'tiyatro kursunuz var mı' diye sormamla başladı. Orada oyunculuk kursuna başladım. Hemen çekirdek ekibe dahil oldum ve profesyonel oyunculuk hayatım başladı. Okul dışında bütün zamanım orada provalarla geçerdi. İzmir'de özel tiyatro anlayışını oturtmaya calışıyorduk. Düzenli oyun oynuyor, yeni oyunlar çıkarıyorduk. 15 yaşımda pazar akşamları matine, suare ‘Asiye Nasıl Kurtulur'da ‘ Asiye'yi oynuyordum, oyun sonrası dekor taşır, sahneyi temizlerdik. Pazartesi sabah da erkenden okula giderdim. O yıllardaki arkadaşlık ilişkilerimizi, sahnedeki mutluluğumu unutamıyorum. Üniversiteyi, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler'de okudum. Bir tek o 4 yıl tiyatroya dair bir şey yapamadım. Sonra İstanbul'a taşındım. Şahika Tekand'da 3 yıl oyunculuk eğitimi ve yanı sıra yurt dışından gelen birçok eğitmenden dans ve oyunculuk workshop'ları aldım. O yıllarda ‘Hareket Atölyesi'ne’ dahil oldum. Televizyon ve sinema kariyerim de ardından başladı. 'Seksenler, Bizim Okul, Arka Sokaklar, Hekimoğlu' gibi daha bir çok dizi ve 'İçerdekiler, Sürgün, Güzelliğin Portresi, F Tipi Film' gibi bir çok sinema filminde rol aldığınızı biliyoruz. Peki bu aralar üzerinde çalıştığınız yeni projeleriniz var mı? Biraz bahsedebilir misiniz? Çok sevdiğim bir arkadaşımın kısa filminde oynadım geçen ay. Çekimleri İzmir'de yaptık. Aynı günlerde Hekimoğlu'na konuk oldum, çok tatlı bir set oldu. O da çok keyifli geçti. Yine bir arkadaşımın televizyon programı projesi var, formatı çok sevdim, hatta beraber geliştiriyoruz içeriğini. Bakalım, umarım güzel olur. Film ya da dizi projeleri ile ilgili de menajerim görüşmeler yapıyor. Uzun zamandır ilk defa bir dizi projesini çok sevdim, hikayesi, yapımcısı, yönetmeni de çok iyi. Bakalım gerçekleşirse ilk sizinle paylaşırım:) 2019 yılında Hüseyin Karabey’in yönettiği ‘İçerdekiler’ filmi ile 24.Nürnberg Türkiye Almanya Film Festivalinde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ve 2018'de 25.Adana Altın Koza Film Festivali’nde ‘Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu’ ödüllerini aldınız. Öncelikle tebrik ederiz ve başarılarınızın devamını dileriz. O an neler hissettiniz. Nasıl bir duygu. Biraz sizden dinlemek isteriz. Bize neler söylemek istersiniz? Bu hikayeyi kimseye anlatmadım, ilk size anlatıyorum:) Adana'da ödül almadan bir gece önce sesim kısıldı. Hissetim mi, heyecandan mı oldu, gerçekten bilmiyorum. Adımı anons ettiler, sahneye çıktım, normalde sunucuların söz vermeleri gerekir, işte neler söylemek istersiniz vs ama iki sunucu da atladı, bana söz vermeden tebrik ettiler, ödülü takdim ettiler, alkışlar, sahneden indim. Yani zaten mikrofonun başına geçseydim muhtemelen konuşamayacaktım:) 6 ay sonra Nürnberg'de En İyi Kadın Oyuncu ödülüne adayım. Uluslararası muhteşem oyuncularla yarışıyorum, adım anons edildi, sahneye çıktım, jüri gerekçeli kararını okudu, işte o an kalp atışlarımı hiç bu kadar yüksek duymamıştım diye düşündüm. Ne konuştuğumu hatırlamıyorum bile. Sonradan izlediğimde zaten heyecandan konuşamadığım açıkça belli oluyor:) Bir dönem yemek programı da yaptığınızı biliyoruz. Hatta ‘’Tel Dolap’’ isimli bir de yemek kitabı çıkarttınız. Peki tekrar yemek programı teklifi gelse değerlendirir misiniz? Yemek programı maceram 2009 yılında Soframız ile başladı. O yıl 30 şehir gezdim. 100 bölüm program çektim ve en az 400 çeşit kadim Anadolu yemek yapımına eşlik ettim. 2014 yılına geldiğimizde de Tel Dolap programının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendim. Sonra da programın yemek danışmanı arkadaşım Müşerref ile 'Teldolap Bir Kavanoz Mucize' kitabını çıkardık. Tel Dolap'tan sonra yemek programı tekliflerine olumlu cevap veremedim açıkçası, çünkü sinema kariyerime daha fazla ağırlık vermek istiyordum. Hala aynı fikirdeyim, belki daha ileride. Kendinize belirlediğiniz mesleki bir hedef var mı? Hayır aslında hiçbir hedefim yok. Ulaşmak istediğim bir son nokta olsa bu çok hüzünlü olurdu herhalde. Ben çok planlı biri olmama rağmen hayatın sürprizlerini ve anı yaşamayı çok seviyorum. Yine de hayallerimi soracak olursanız, beni zorlayacak ama hem oynarken hem de izlerken çok mutlu olacağım roller olsun isterim ömür boyu. Sinema ve dizi sektörünün artık giderek dijital platformlara yayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce avantaj ve dezavantajları var mı? Avantajlarını görüyoruz. Daha kaliteli işler üretilmeye başlandı. Bozkır ve Bir Başkadır şahane işler bence. Hazırlık sürecinin uzun olması, senaryoların 150 sayfa yerine belki 30 sayfa olması, dolayısıyla çekim sürelerinin kısa olması işlerin çok daha kaliteli olmasına yol açtı. Elinizde bir sihirli değneğiniz olsa şuan yapmak istediğiniz, değiştirmek istediğiniz ilk şey ne olurdu. Neden? 12 bin yıl öncesine gider ve insanların toplayıcı avcı toplumdan, yerleşik tarım toplumuna geçmesini önlerdim. Çünkü ataerkil sistem yerleşik toplumla başladı. Kadınların, çocukların eve kapatıldığı, kadınların yakıldığı, sürekli savaşların hüküm sürdüğü, doğayı ve hayvanları sistematik bir şekilde katlettiğimiz, kaynakların insanlar arasında müthiş adaletsiz dağıtıldığı bir tarih başladı. Son yüzyıldaki dramatik teknolojik gelişmelerle de doğaya verdiğimiz zarar doruk noktasına çıktı. Halbuki 10 bin yıl önce kendimizi doğanın sahibi zannetmezken, onun bir parçası olarak yaşarken, hırsızlık, tecavüz gibi suçlar yokken, günümüzün çoğunu şarkı söyleyerek dans ederek dinlenerek geçirirmişiz. Kalan zamanlarda meyve ve ot toplar ve çocuklarla ilgilenirmişiz. İşte sorunuzun cevabı bu. Sihirli değneğimle bu harmoninin bozulmasını engellerdim. Doğayla uyumlu, mutlu yaşamak mümkünmüş çünkü. Biz bunu deneyimlemişiz. Hem de çok uzun süre. İnsanlık tarihine bakacak olursak olursak da çok kısa bir süredir derin bir mutsuzluk ve doyumsuzluk içindeyiz ve hafızamızda genetik kodlarımızda hala gerçek mutluluğun ipuçları var. Son olarak ‘’SinemaPort’’ okuyucularına ve sizi sevenlere neler söylemek istersiniz? Kova çağı başlıyor. Sevgiye ve değişime kalbinizi açın:) Alper Ergez - Sinemaport